Bacha Bazi Ne Demek? Bu Gelenek Doğru mu?
Çam Ağacı Süsleme Geleneği Nereden Geliyor?
Yine bir yıl bitiyor, yine her kafadan bir ses çıkıyor. Özellikle çam ağacı süsleyenlere bazı insanlar ateş püskürüyor. Ben uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıyı hazırlamak istedim ve çam ağacı süsleme geleneği nereden geliyor başlıklı bu yazıyı hazırladım. Çam ağacı süslemeyi noel geleneği olarak düşünenler de bir okusun.
Yıllar önce bir araştırma yazısını okumuştum; Muazzez İlmiye Çığ, yaptığı araştırmayı anlatıyordu. Bu arada Muazzez İlmiye Çığ kimdir derseniz o bir sümerolog o bir yazar o bir tarihçi ve Allah sağlıklı ömür versin yaşı 100'ün üzerinde. Bu minik bilgiden sonra gelelim araştırmaya. Sayın Çığ aynen şöyle anlatmış "Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir. Yeni Türk devletleriyle münasebetimiz bize yepyeni şeyler öğretiyor. Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar bir ağaç tasavvur ediliyor. Bu hayat ağacı. Sümerlerde de var. Bir ucunda göktanrısı duruyor. Türklerde güneş kutsal ama tanrı olarak kabul edilmiyor. 22 Aralık’ta güneş yeniden fazla olarak dünyayı aydınlatmaya başlayacak. Günler uzamaya başlayacak. Türklerin göktanrısı gün ile geceyi tanzim ediyor gökte. Sözde gün ile gece sürekli münakaşa halinde. 22 Aralık’ta gün geceyi yeniyor. Bunu “Yeniden doğuş bayramı” Türkler kutluyorlarmış. Türkistan’da bir ağaç varmış, akçam. Ve bu akçam başka yerde yetişmiyormuş. Akçam getirip eve koyuyorlar, akçamın altına o sene Tanrı onlara güzel şeyler verdi, güzel bir yaşam verdi diye Tanrı’ya hediyeler koyuyorlar. Dallarına da ertesi sene için Tanrı’dan niyaz ettikleri şeyler, adak olarak istedikleri şeyler için paçavra veya kurdela koyuyorlar. O günlerde büyük bayram, şenlik yapıyorlarmış. Aileler toplanıyor, büyükler varsa ziyaret ediliyor, özel yemekler yeniliyor, güzel elbiseler giyiliyor. Bu adet Türkler yoluyla Avrupa’ya geçti. Konunun Noel’le alakası yok. İznik Konsili’nde pagan adeti görülen bu adeti İsa’nın doğuşu olarak kabul edelim diyorlar ve bu adet Hristiyanlara geçiyor. Ama ağaç süsleme pek yok, 16. yy’da Almanya’da başlıyor, daha sonra Fransa’ya geçiyor ve dünyaya yayılıyor.”
Muazzez İlmiye Çığ'ın bu açıklamasından sonra biri çıkıyor "bu içi boş bir iddia" diyor. Kendisi NTV'den Emre Gürbüz. Şöyle devam ediyor "Benim bildiğim kadarıyla böyle bir şey yok" ikinci cümlesi ile zaten ilk cümlesini çürütüyor. "Benim bildiğim kadarı ile" diyor yani emin değil ama içi boş bir iddia olduğunu söylemekten geri durmuyor. Geçiyoruz...
Prof.Dr. Haluk Berkmen'e göre de çam ağacı süsleme geleneği Asya Türklerine ait.
Yani Hristiyanlar daha fazla kullanıyor diye çam ağacı süslemeyi tu kaka yapan zihniyete önce şunu sormak isterim: size ne? Sonra da bilirkişi edasında ona buna laf söylemek yerine biraz okuyun derim. Okursanız iyi bir insan olma, anlama empati kurma şansınız da olur belki. Hatta rüyanızda şirinleri bile görebilirsiniz.
Mutlu yıllar...
15 Aralık Dünya Çay Günü
Çok uzun zaman önce yazmam gereken bir yazıydı 15 Aralık Dünya Çay Günü detayları. Ama bugüne kısmetmiş. Google'da Dünya çay günü ne zaman, ya da 15 Aralık Dünya Çay Günü ilk ne zamandır kutlandı gibi sorulara denk geldim. Hemen yazayım istedim, çünkü Google'da tıklanma amaçlı yazılmış, paragraflarca uzatılmış yazılara denk geldim. Biz başlayalım, kısaca cevaplayalım.
Arkadaşlar dünya çay günü ilk defa 2005 yılında Delhi'de kutlanmış. Neden kutlanmış amacı neymiş? Halkın dikkatini, otoritelerin dikkatini çekip uluslaraarası çay pazarında yaşanan durumlara ve işçilerin sorunlarına dikkat etmekmiş.
Dünya Çay Günü'nü en çok dikkate alan çay üreticisi ülkeler; Hindistan, Vietnam, Çin, Sri Lanka, Malezya, Tanzanya Uganda. Çay üretiminde ve tüketiminde başarılı olan Türkiye'de keşke ciddi farkındalıklara katılsa.
İşin ekonomi bölümüne hiç girmeyeceğim ama dünya ülkeleri gibi Türkiye'nin de bu sektör ile ilgili yapılanma ve oluşumlara gitmesi gerekiyor düşüncesindeyim.
Tüm çaykoliklerin, çay severlerin 15 Aralık Dünya Çay Günü kutlu olsun.
Sevgiler
Help Steps Nedir?
Hıdırellez’de Edilecek Dua ve Ritüeller
Hıdırellez’de Edilecek Dua ve Ritüeller
Ünlü ve sevilen astrolog Şenay Devi'nin Hıdırellez ile ilgili dua ve ritüel önerisini yine kendi cümleleri ile size aktarmak istedim. Hıdırellez nedir diye soranlara, her yıl 5-6 Mayıs tarihlerinde kutlanan ve Anadolu'da, dünyada darda kalanların yardımcısı olduğuna inanılan Hızır ile denizlerin hakimi olduğuna inanılan İlyas peygamberlerin yeryüzünde buluştukları gün olarak düşünülen baharın habercisi olduğuna inanılan gün arkadaşlar. Hatta Hıdırellez, Anadolu, Orta Doğu, Irak, Suriye, Kırım, Azerbaycan ile Balkan ülkelerinde "bayram" olarak düşünülüyor.İşte Şenay Devi'nin önerileri:
Türkiye’de Hızır’a atfedilen özelliklerin bazıları: Kalbi temiz, Allah’a inanan insanlara yardım eder. Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar. Dertlilere derman, hastalara şifa verir. Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar. İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder. Uğur ve kısmet sembolüdür. Mucize ve keramet sahibidir. Hıdırellez ritüelleri Beynelminel ritüellerdir. Sağlık, Güzellik, Bolluk, Bereket ve Maddi Şans için yapılır.
DUA ve RİTÜELLERİN YAPILACAĞI SAATLER
05.05.2020 08:00 – 06.05.2020 00:00 saatleri arasında yapabilirsiniz.
Malzemeler
8 adet tarçın çubuğu
4 adet MOR kadife kese
4 adet KIRMIZI kadife kese
Altın sarısı kurdele Kağıt ve bozuk paralar
1 Adet Yeşim Kristali Mor kadife keselerin üzerine JÜPİTER sembolü
Kırmızı kadife kesenin üzerine ekte paylaştığımız ŞANS Sembolünü altın rengi işlenmiş olarak hazırlayın.
4 adet Mor kadife kese, 4 adet kadife orta boy KIRMIZI kese her birinin içine konulmak üzere kağıt para ve 8 adet tarçın çubuğunu çıkarın.
Kağıt Parayı yuvarlayın ve diğer bozuk paralar ile tarçın çubuklarıyla birlikte keselerinizin içine koyun.
“TARÇIN ÇUBUKLARI ZENGİNLİKLE UYUM İÇİNDE GÜNEŞTEN GÜÇ ALARAK SAĞLIK TALİH BAŞARI ŞANS AŞK ZENGİNLİK İÇİN UYUMLANDI BANA ve AİLEME YANSIYOR” diyerek keselerin ağzını altın rengi kurdeleyle sıkıca bağlayın.
Evinizde, balkon ya da bahçenizin belli yerlerine asın. GÜL AĞACINIZ varsa keselerinizi onlara da asabilirsiniz. Birkaç saat kaldıktan sonra keseleri alın ve evinizin kapı üzeri mutfağınızın istediğiniz bir köşesi ve evinizin diğer köşelerine 7 adet keseyi bir sonraki sene değiştirmek üzere asın.
Kalan 1 tanesinden KIRMIZI olan keseyi çantanıza koyabilirsiniz.
Gökler rehberimiz yolumuz ışık olsun.
Dr. Astrolog Şenay DEVİ
Sevda Gazozcusu Tarihi
Kiminizin bildiği kiminizin ise belki de hiç duymadığı bir mekandan bahsetmek istedim. Sevda Gazozcusu tarihi bugünün yazısı olsun. Diğer instagram hesabımda yani @huzunsarisiblog da bir akşam bu gazozları paylaşmıştım, hikayede. Çok fazla soru sorulunca da burada yazmak istedim, malum diğer blog sadece kozmetik blogu. Benim de işin açığı Sevda Gazozcusu hakkında pek bir bilgim yoktu, Vefa Bozacısı'na gittikçe gazoz çeşitlerinden alırdım eve gelirken. Dediğim gibi siz sorunca da araştırdım ve şimdi yazıyorum.
Sevda Gazozcusu bundan yaklaşık 4 yıl önce kurulmuş. Bir üniversite öğrencisi düşünmüş bunu, bir de ortağı varmış ama ortağın kim olduğu herhangi bir yerde geçmiyor ya da ben görmedim. Üniversite öğrencisinin adı Mahmut Saklı. Girişimci gençler hep olsun...
Arkadaşlar burada yaklaşık 130 çeşit gazoz var. Farklı aromalarda farklı illere ait farklı marka gazozlar. Amaç ise Türkiye'nin sahip olduğu yerli ve milli gazozları Avrupa'ya tanıtmak. Bununla ilgili de bazı çalışmaları varmış Saklı'nın Mesela etrafında bu yolculuğun yönetmenler tarafından da ilgi çektiğini söyleyip şunları eklemiş "Belgesel yapılması için şimdi görüşmeler ve birkaç gazoz markasıyla toplantı yapıyoruz. Sonrasında yeterli desteği bulabilirsek, belgesel çalışmamızı Türkiye geneline taşıyacağız ve 1970-80'li yıllardan günümüze kadar gelen gazoz kültürünü çekmek istiyoruz."
Ben bu dükkanı kız kardeşim sayesinde keşfettim aslında. Fatih ilçesinde doğduk büyüduk, bundan 10 yıl öncesine kadar da orada yaşıyorduk. Vefa Bozacısı bizim vazgeçilmez mekanlarımızdan biriydi. Oradan taşınmış olsak da hala sık sık gideriz. İşte bu gidişlerde fark etmiş kardeşim Sevda Gazozcusu'nu. O günden beri de o tarafa gittikçe sanki başka yerde yokmuş gibi stoklar döneriz. Evet bazı markalar tabii her yerde yok, özellikle aromalar; damla sakızlı, çikolatalı, hindistan cevizli, kahveli vs ancak benim tercihim sade olduğundan aromalı olanlar ilgimi çekmiyor. Benim orada ilgimi çeken projenin iyi olması.
Fiyatları sormuştunuz ondan da bahsedeyim. Bu dükkanda gazozların tanesi 5 lira.
Anadolu'da da şube planları olduğunu şimdilik iki şubeleri olduğunu da belirterek yazımı sonlandırayım.
Yeni bir yazıda görüşmek üzere
Sevgiler
Not: Bilgileri AA muhabiri Ayşe Büşra Erkeç'in Mahmut Saklı ile yaptığı söyleşiden aldım.
Bir Gün Kanser Olursam...
Garip geldi değil mi böyle bir başlık görmek? 'Bir Gün Kanser Olursam' insanın kendine böyle bir pis illeti kondurması ve yazısını yazması da pek iç açıcı değil tabii. Ama yazmak istedim çünkü 'tek ben mi böyle düşünüyorum' dediğim bir durum var. Bu yazıya da fotoğraf olarak en çok Neslican Tay'ın fotoğrafını uygun gördüm. Çünkü o birçok kanser hastasına hatta hayatından gereksiz konular yüzünden memnun olmayan doyumsuzlara ışık oldu.
Son yılların en büyük hastalıklarının başında. Çoluk çocuk demiyor, genç yaşlı demiyor yapışıyor yakaya. Eskiden de bu kadar vardı da biz mi bilmiyorduk? Yoksa gerçekten teknoloji ile birlikte bu da mı yayıldı bilmiyorum. Teknolojinin birebir buna etkili olduğu söylentileri konusuna da girip ahkam kesmeyeceğim; bilgim sınırlı.
Bundan yaklaşım 1 yıl önce Onkolog Yavuz Dizdar şöyle demişti “Bugün kanser denen vakaların büyük bir bölümü taramayla saptanıp hastalık konumuna sokuluyor, oysa ortada hastalık yok. Sistem, hastaneleri doldurmak için hasta pompalıyor” oldukça ciddi şeylerden bahsediyordu konuşmasının devamında ama çıkan tek sesler anlık etki eder, çoklu sesler ilgi uyandırır o sebeple eridi gitti söyledikleri ve biz ne kadar gerçek olduğunu bilemedik.
Gelelim bahsettiğim duruma. Bir kanser hastasından son dakikaya kadar hastalığını gizlemek ne kadar doğru? Bunu özellikle son evrede olan ve tedavi seçenekleri tükenmiş hastalara yapıyorlar. Diğer türlü kemoterapi veya diğer tedavi şekilleri devam ettikçe kişi anlıyor.
Mesela, oldukça sağlıklı görüneni kendisi de öyle olduğunu zanneden bir tanıdığımız ani bir karın ağrısı ile hastaneye kaldırılıyor. Testler tahliller vs derken sonuçta kolon kanseri olduğu saptanıyor. Ameliyat oluyor ama bu operasyonda artık yapılacak bir şey olmadığını görüyor doktorlar. Ailesinin isteği üzerine kendisi bu durumu bilmiyor. Bağırsağında bir yara var, o yara iyileşince taburcu olacak zannediyor.
Eşim yanına gidiyor ziyarete ve bir berber getireyim de tıraş etsin seni, saçın sakalın uzamış diyor. Hastamızın ona verdiği cevap 'gerek yok yarın öbür gün taburcu olurum, kendi berberime giderim' şeklinde oluyor. Ve bu abimiz ertesi gün hayatını kaybediyor! Ne oldu şimdi? Evet kanser olduğunu bilmedi bunun için üzülmedi ama belki son defa görmek isteyeceği biri, helallik almak isteyeceği bir durum vardı. Bunu ona yapmaya kimsenin hakkı yoktu.
İşte bu ve benzer örnekleri gördüğüm için söylüyorum; siz bu konuda ne düşünürsünüz bilmiyorum ama eğer ben bir gün böyle bir hastalığa tutulursam saniye bile kaybetmeden bana söylenmeli, beden benim bedenim karar bana bırakılmalı. Doktor dahil kimsenin benim bedenim, benim acılarım üzerine karar verme hakkı yok.
Bu vesile ile lütfen gidip kan örneği verip donör olun belki birine hayat olursunuz. Sadece gidip kan veriyorsunuz, o örnek testlere tabi tutulup bilgileriniz saklanıyor. Gerektiğinde sizinle irtibat kuruyorlar.
Hepimize ömür boyu sağlıklı, huzurlu günler diliyorum.
Yeni bir yazıda görüşmek üzere.
Sevgiler
Ho'oponopono Nedir? Ho'oponopono İşe Yarıyor mu?
Herkese Merhaba
Uzunca bir süredir ilgi alanımda olan Ho'oponopono hakkında biraz bilgi paylaşmak istedim sizlerle. Ho'oponopono Nedir? Ho'oponopono İşe Yarıyor mu? Biraz kendi deneyimim ile bahsedeceğim, ayrıca Zero Limit kitabın özeti ile anlatacağım. Google'a baktığımda konu ile ilgili en çok merak edilenler: ho'oponopono deneyimleri, ho'oponopono olumlamaları, ho'oponopono ile aşk, ho'oponopono duası nedir, ho'oponopono eğitimi nedir vs
Yazımın başında net olarak söylüyorum 'evet Ho'oponopono işe yarıyor!
Özet alıntısına geçmeden önce kendi düşüncelerimi anlatayım; Ho'oponopono bir olumlama yöntemi, bir arınma yöntemi. Takip edenler bilir, Sıfır Noktası isimli bir kitap okumuştum. Ve inanın bu kitap hayatımda zor bitirdiğim iki kitaptan biri oldu. İnat ettim, tamamladım. İşte o kitapta bu yöntemle ilgili yazılanlar muhteşemdi. Farklı araştırmalar da yaptım bir çok insan, hepsi birden abartıyor yanılıyor olamazdı. Bu yöntemi kullanmak isteyenlerin öncelikler şunu bilmesi lazım. Yaşanan her olayda mutlaka bir sorumlu arayan insanlara göre bir teknik değil bu. Öz eleştiri yapmayı bilen, sorumluluk alabilen insanlar hemen başlamalı, kaybedilen her dakika zarar onu söyleyebilirim.
Aşağıdaki özeti mutlaka okumalısınız o sebeple ben kendi düşünce ve tecrübelerimi anlatıp yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum ancak yazının gördüğü ile ve talep üzerine ayrı bir blog yazısı veya bir youtube videosu çekebilirim.
(Zero limit kitabından özetlenmiştir)
Alıntı, ÖZE YOLCULUK (AydaNur Aktaş Hira)
Yaşadığın aynalarından kendini iyileştirme ve affetme yönteminin adıdır.
Dr. Ihaleakala Hew Len Hawaii'de bir koğuş dolusu akıl hastası suçluyu olanları hiç görmeden tedavi eden bir terapisttir. Kendi içinde araştırma yaparak "biri kendini iyileştirme den kimi iyi edebilir ki?" felsefesinden hareketle hastaları iyileştirme yöntemi geliştiriyor. Dr. Hew Len hayatımızda olup biten her şeyden %100 bizim sorumlu olduğumuzu söylüyor. Buna ilk başta bu mümkün değil diye düşünüp direnç göstereceksiniz muhtemelen. Fakat deneyip gözlemlemedikçe işe yaradığını göreceksiniz.
Ho'oponopono yöntemi uygulamak için, sorunun ya da yanlışın ne olduğunu bilmek zorunda değilsiniz. Tüm yapmanız gereken deneyimlemekte olduğunuz sorunun fark etmektir. Fark ettiğiniz zaman, çözümlemeler başlar.
Ho'oponopono hoşlanmadığımız olumsuz durumları ortadan kaldırmak, zihnimizi özgürleştirmek ve özümüze dönmemize engel olan olumsuz duyguları sıfırlamak için kullanılan bir yöntemdir. Başkalarında gördüğümüz her şeyin, bizim duygu ve düşünce dünyamızda olan şeyler olduğunu fark edersek, anlarız ki iyileştirilmesi gereken sadece kendi duygularımızdır. Ho'oponopono öğretisinde temel alınan 4 cümle vardır. Bunlar;
-Özür dilerim
-Lutfen beni Affet,
-Seni çok seviyorum,
-Teşekkür ederim.
Bunun uygulama şekli şöyledir: Affedemediğiniz, kırgın olduğunuz kişinin en sempatik görüntüsünü hayalinizde canlandırmaya çalışarak onu karşınıza alın ve içinizden ona şöyle seslenin. Sevgili..... (Anneciğim, babacığım, çocuğum veya her kim ise ismiyle) senden özür diliyorum, Lütfen beni affet, Seni çok seviyorum, Teşekkür ediyorum. (ikna oluncaya kadar bunu tekrar edin içinizden)
"Özür dilerim Lütfen beni affet" cümlelerinin dile getirelim nedenini; olan şeyin, düşüncelerinize girmiş olduğunu kabul etmek için kullanılır. Bu düşüncenin nasıl oluştuğu hakkında bir fikriniz belki vardır, belki de yoktur. Bilmek zorunda değilsiniz. Bu yaşam süreciniz boyunca karşılaştığınız durumların sizde bıraktığı bir kalıp ya da genlerinizde taşıdığınız bir enerji de olabilir.
Özür dilerim, derken aslında Siz Kendinizden özür diliyor, kendinizin incinmesine, üzülmesine izin verdiğiniz için kendinizi affediyorsunuz.
Seni seviyorum, cümlesi tıkanık enerjinin akmasını bağların yeniden kurulmasını sağlar. Sizi özünüze bağlar. Özüne dönen kişi sıfır konumuna geçer tek kalır. Sıfır konumu saf sevgi ve sıfır limit olduğu için, sevginizi ifade ederek o konuma gelmeye başlıyorsunuz.
Teşekkür ederim, dediğiniz zaman, farkındalığınız için önünüze minnettarlığınızı ifade etmiş oluyorsunuz.
Bundan sonra siz sadece akışa güveniyorsunuz tüm düşünceleri serbest bırakıyorsunuz. Sistem farkındalığınızı her zaman ödüllendirir.
Kitap Okuma Etkinliklerine Bir Yenisini de Ben Ekledim
Kitap okuma etkinliklerine bir yenisini de ben ekledim ve size bunu anlatmaya geldim. Özellikle çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırma konusunda zorluk yaşayanlar var, bunlardan biri de benim. Büyük oğlum çok kolay kazandı kitap okuma alışkanlığını ancak küçük oğlum 3,5 yaşında okumayı öğrenmiş olmasına rağmen mecbur kalmazsa kitap okumuyor. Evde kitap okuma saatleri oluşturduk ilgisini çeksin diye ama olmadı. Google'da kitap okuma etkinlikleri nasıl planlanmalıdır şeklinde yaptığım arama sonucu çıkan etkinlikleri ve önerileri uygulamaya çalıştım olmadı. İnatla okumak istemiyorum diyor başka bir şey demiyor.
İlkokul 2.sınıfı tamamladı, akademik olarak bir sorunumuz yok. Araştırmayı öğrenmeyi çok seviyor ama daha çok bunu Youtube videoları ile yapıyor okuyarak değil. Hem babası hem abisi hem de ben sürekli okuyoruz ama bu durum bile onu etkilemiyor. Abisi o şekilde alışmıştı, bizden görüp bizim gibi oturup alırdı bir kitap. Biz bırakana kadar o da okurdu. Ama bu ufaklık hiç bir türlü yanaşmadı.
Şu sıralar Excel tablolarına meraklı, kendi kendine tablolar yapıyor. Ben de ona bir iki özelliğini gösterdim, bu şekilde de kareler ve sütunlardan ibaret bir görüntü olmadığını fark etti daha bir keşfetme hevesi geldi. Ben de bu durumu değerlendirmek istedim ve teklifimi yaptım.
Çok sevdiği bir Merve ablası var (sadece o değil hepimiz, ailece seviyoruz Merve prensesimiz bizim). Konuyu açtım. "Şimdi size bir önerim var, kitap okuma etkinliği yapalım. Yetişkinler günde 15 benim oğlum günde 3 sayfa okusun. Sonra bir whatsapp grubu kuralım günlük rapor halinde okuduğumuz kitabın adını, o gün kaç sayfa okuduğumuzu grupta yazalım. Ferşat da (oğlumun adı) Excel'e geçsin bu kayıtları ve yaz sonunda bakalım, kim kaç sayfa ve kaç kitap okumuş?" dedim. Küçük Bey'in verdiği ilk cevap ödül de olacak mı? Bu direkt hayııııır diye bağırmasından hallice bir cevaptı aslında. Ben de "en fazla kitap okuyan kişi zaten en çok bilgilenmiş ve donanmış kişi olduğundan ödül almış sayılır ama yine küçük bir şeyler düşünülür dedim. Kabul etti. Aldık kitaplarımızı elimize. Biz 15 sayfa bitince durmadık, o da "3 sayfa bitti bugünlük yeter" demedi ve 23 sayfa okudu, ayracını koyup kitabı kapattı. Bugün yeni gün ve bakalım kaç sayfa okuyacak. Aşağıdaki tabloyu hazırladık. En alta sekmeler yaptık kendi isimlerimizle.
Bunu sizlerle paylaşmak istedim çünkü zafer inananındır:))
Allah ömür verirse yaz sonu yazımı güncelleyeceğim.
Yeni bir yazıda görüşmek üzere.
Sevgiler
Baltalı Hano'nun Selamı Var! (Baltali Hano Kimdir?)
Son zamanlarda ülke gündemi #çocuksusarsensusma benzeri etiketlerle doldu farkında mısınız? Kadın erkek, yaşlı genç herkesi isyan ettiren olaylar içinde Adana'da yaşanan 4 yaşındaki çocuğun başına gelen cinsel istismar bardağı taşıran son nokta oldu. Sosyal medya etiketleri kitlendi bu olaya gösterilen tepkiler yüzünden. Bu olayları izleyen ve gözlemleyen biri olarak aklıma Baltalı Hano geldi benim.
Baltalı Hano kimdir diye soranlara hemen bahsedeyim. 1800'lü yıllarda yaşamış, adı Hanzede. Bir oğlu var bir de sevgilisi. o dönem Hanzade'nin sevgilisi kabadayı olarak bilinen biri. 12 yaşındaki oğlu ortadan kayboluyor ve her yerde aranmasına karşı bulunamıyor. Aramalar sonuç vermeyince Hano kendi çıkıp aramak istiyor ama kabadayı sevgilisi buna asla izin vermiyor. Artık dayanamayan ve sevgilisinin sürekli onu dışarı çıkarmamasından şüphelenen Hanzade bir gün erkek kılığına girip sevgilisini takip ediyor. Adam gün içinde haraçlarını topluyor ardından bir hamama giriyor. Oğlunu orada yazık ki dillendirmek istemediğim bir görevde buluyor. Odunların yanında bulunan baltayı alarak sevgilisi dahil 21 kişiyi o baltayla öldürüp oğlunu alıp eve dönüyor. Bu olaydan bir süre sonra da kurşuna dizilerek öldürülüyor
Yaşanan son olayda gördük ki tüm kadınlar Baltalı Hano kıvamına gelmiş, ben bile. İstismar edilen çocuğun kimin çocuğu olduğu hiç önemli değildi artık boğazımıza kadar gelmişti olaylar. Çocukların bedenlerinden aldığı yara dışında ruhlarının, geleceklerinin etkilenmesi ve bunlara dur diyen olmaması herkesi çileden çıkardı. Öyle ya, benzer suçlardan yakalanan kişilere verilen cezalar öyle komik ki. Bir de indirimler var, mahkemede saygısı, pişmanlığı, giyim kıyafeti, daha önce suç işlememesi vs. Kısa süre sonra sapık dışarıda ve yeni kurbanlar peşinde kabus gibi. Bunlara şahit olan diğer sapıklara da 'nasılsa üç gün yatar çıkarım' düşüncesi ile hamlelerine ilk fırsatta başlıyorlar.
Bahse konu Adana olayının ardından siyasiler sanırım yükselen çığlıkları duydu ve hepsi cezaların caydırıcı olması konusunda hemfikir, birlikte çalışıyorlar. Düşünülen cezalardan biri de suçlunun kimyasal hadım edilmesi. Verilen ilaçlarla bu sağlanacak ama ilaçlar bırakıldığında ortadan kalkacak. Hiç bir işe yarayacağını sanmıyorum. Biyolojik hadım önerisi kabul edilip acilen onaylanmalı bana kalırsa. Hatta suçlunun halkın iradesine bırakılması bana göre en adil cezalandırma yöntemi ama elbette bu olmayacak. Evet evet biyolojik hadım en mantıklı olanı.
Yine bir gerçek daha çıktı bu eylemlerle birlikte ortaya. Siyasi fikir ne olursa olsun, eğitim düzeyleri ne olursa olsun, kadın olsun erkek olsun aynı fikri savundu herkes ve yeter dedi yeter! Ve öyle konu çocuk olduğu için, çocuklar aklı başında her insanın zayıf noktası olduğu için sanıyorum ki gerekenler yapılmazsa Baltalı Hano'lar sahneye çıkacak kurşuna dizilme pahasına!
Sevgiler
Not: Bu yazım 22 Şubat 2018 tarihinde medyaextra.com da yayınlanmıştır.
Cafe Cadde'ye Uğradım...
Bugün burada bir mekan ile ilgili küçük notlar paylaşacağım sizinle. Hani yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat derler ya; Ben Cafe Cadde için bunların hepsini anlatacağım, üzerine bir de hissettiklerimi.
25 yıl önce açılan bu mekana ben 10 yıl önce gitmiştim aslında. Mekan daveti alınca araştırdığımda fark ettim. Mekan davetlerini normalde çok fazla değerlendirmem istisna bir durum yoksa, yani gitmem ama araştırdığımda 10 yıl önceki ile aynı mı diye merak edip gittim. Tak başıma değildim tabii gazeteci arkadaşım Funda Erkoç ve kız kardeşim ile birlikte gittik. Onların gözlemleri benim için önemli. Kahvaltı saati bizim için en uygun olanıydı, o sebeple öğleden önce oradaydık.
Genel olarak; temizlik sunum alaka gibi hassas konularda oldukça hoşuma gitti orada gördüklerim, yaşadıklarım. Ama bazı detaylar çok daha fazla ilgimi çekti. Onlara geçelim...
İlk sorduklarımdan biri masalarda kalan yiyeceklerin ne yapıldığı konusu oldu. Çünkü yakın zamanda bir mekanda masada kalanların sonraki müşterilere verildiğini duymuştum, çok kötü değil mi? Mekanın arkasında bir bölüm varmış ve orada baktıkları patili dostlarımıza gidiyormuş kalan yiyecekler, tatlı olanlar hariç. Biliyorsunuz tatlı yemek onların özellikle gözleri olmak üzere bedenlerine ciddi zarar veriyor.
Dikkatimi çeken başka güzel detay, kahvaltıda sunulan el yapımı reçellerin minik kavanozlarda sunulması oldu. Reçellerin fotoğrafını da şuraya ekleyeyim, Funda'nın elinde çekmiştim.
Cafe Cadde'de en sevdiğim ise personelin işini biliyor olması. Benzer mekanlarda en dikkat ettiğim bu çünkü. Bazı çalışanlar insanın orada rahat olmasını engelliyor. Mesela "bir çay daha alabilir miyim?" demeye çekindiğim yerler olmuştur. Sanki hayrına hizmet ediyor gibi davrananlarla karşılaşmışımdır. Oysa burada menüyü bırakırken bile elimize, masanın herhangi bir yerine değil de düz bir şekilde özenle bırakmaları bile ilgimi çekti ki mekan oldukça kalabalıktı. Buna rağmen her müşteri ile 'tek müşteri' gibi ilgilendiler.
Bu arada Cafe Cadde 'Mükemmellik Sertifikası' olan bir mekan, ayrıca Hürriyet'in en iyi 10 değerlendirmesinde Bağdat Caddesi'nin en iyi mekanı seçilmiş.
Biraz da Cafe Cadde'de başka neler var onlardan bahsedeyim. Dediğim gibi biz kahvaltı saatlerinde oradaydık ama sizler için inceleme yaptım. Kahvaltıda aklınıza gelebilecek her şey mevcut, taleplerinize göre de hazırlayabiliyorlar. Makarna, ekmek, simit, tatlı, dondurma gibi yiyecekler kendi mutfaklarında yapılıyor burası önemli. İthal şarabı da oldukça övülüyor bilginize. Günün her saatine uygun atıştırmalık veya doyumluk yiyecek ve içecek bulmak mümkün. Adını unuttuğum ama krem karamel tadında şu muhteşem üçlü tatlısını tavsiye ederim mesela. Diğer tatlı çeşitleri ile paylaşayım, dursun burada.
Cafe Cadde'nin bir de daimi müşterileri için yapmış olduğu bir kampanya var; Ödül Programı adındaki bu organizasyonun işleyişi şu şekilde: Her 100 TL'lik harcamaya 1000 Cafe Cadde puanı hediye ediliyor. 2600 puana Cumartesi, 3800 puana Pazar açık büfe kahvaltısı bedavaya geliyor. Dönemsel kampanyalar ve özel ayrıcalıklardan haberdar olmak için Instagram'da @CafeCadde_Official hesabından takip edebilirsiniz. Güncel avantajları öğrenmek için #PuanınaSahipÇık ve #CafeCaddeÖdülProgramı etiketlerini kullanabilirsiniz.
Cafe Cadde fiyatlarına geçelim. Konum, hizmet ve lezzet ile birlikte değerlendirildiğinde gayet makul fiyatları var. Alttaki fotoğrafa bakın mesela...
Yediğimi içtiğimi, gördüğümü hissettiğimi anlattım size. Eğer uğrarsanız kulaklarımı çınlatırsınız.
Yeni bir yazıda görüşmek üzere.
Sevgiler
Safranbolu'da Kalınacak Yer Kuşçu Han Otel
Bugün Safranbolu'da Kalınacak Yer tavsiyesi ile geldim. Kuşçu Han Otel'den bahsedeceğim kısa ve öz.
Safranbolu 125.Alay Komutanlığı'nda büyük oğlum kursiyer. Onun yemin törenine giderken bir yandan da Safranbolu'da nerede kalınır? Safranbolu'da konaklama tavsiyeleri şeklinde bir çok arama yaptım. Ama sanıyorum ben reklam sitelerine çok güvenemiyorum. Böyle benim gibi birebir yaşayarak anlatan kişisel bloglar aradım, yoktu.
Bir de öyle bir durum ki yemin töreni olduğu için Safranbolu'da tüm konaklama yerleri dolu olabilirdi 3200 asker var sonuçta. Yarısının ailesi gelse, zaten Safranbolu nüfusu 66 bin civarı ona göre hesaplayın durumu. 15 gün önceden bu telaş sardı bizi derken aklımıza çok eski bir tanıdığımız olan Sinan geldi, 10 yıl önce Safranbolu'ya yerleşmişti onu aradık. Bize temiz düzgün bir konaklama yer bulmasını rica ettik, 3 gün kalacaktık. Yola çıktık.Bize Kuşçu Han Otel'in konumunu attı gittik.
Sanki Yedim Kumbarası
Farklı bir yazı ile geldim bugün. Sanki Yedim Kumarası ne ki diyorsunuz? Öyle bir şey yok ben icat ettim. Sanki Yedim Camii'inden esinlenerek Sanki Yedim Kumbarası düşüncesi oluştu ve hayata dönüştürmek istedim. İşte benim seçtiğim kumbara. Açılacak bir bölümü yok, tamamen dolana kadar açılmayacak.
Evet yanlış okumadınız; Sanki Yedim Camii adında bir cami var. Hikayesinden bahsedeyim size kısaca.
Rivayete göre 17.yüzyılda orta halli bir adamın hayali camii yaptırmakmış. Adının Keçecizade Hayreddin Efendi olduğu biliniyor. Ekonomik durumu iyi olmadığı için etrafındaki herkes onu bu istediğinden vazgeçirmeye çalışmış ama ikna edememişler.
Sonunda bu kişinin aklına bir şey gelmiş "işten artmaz dişten artar" diyerek canının istediği her şeyi sanki almış yemiş gibi düşünüp ona vereceği parayı "sanki yedim" diyerek bir kenara koymuş. 20 yıl sonra ona gösterilen araziye küçük bir camii yaptırmış. Camii adına da Sanki Yedim Camii denilmiş. Camii Fatih'in Zeyrek semtinde.
Fotoğraf alıntı |
Geçen gün market poşetlerini boşaltırken ne kadar gereksiz şey aldığımızı gördüm. Sonra kozmetik ürünlerine verdiğim paralar geldi aklıma. Daha birçok gereksiz masraf. Nelerden vazgeçebilirim diye düşündüm; kozmetik alışverişini zaten uzun zamandır en aza indirmiştim daha fazlasını yapamam diye düşündüm. Para verdiğim ama faydası olmayan harcamalara geçtim. Şahsıma bile çok fazla çikolata kremalı bisküvi vs aldığımı gördüm. Bunlar bana kalori dolayısı ile kilo olarak dönüyor param eksiliyor kilom artıyor, sonra bir de diyet yapıcam diye para harcıyorum. Bir de hava güzelse hemen her akşam dışarı çay içmeye gidiyoruz? Bizim evde çay yok mu? İki çay içip dönen biri değilim ki? Bir defada 10 tane çay içerim, eşim de aynı. Bir de tatlı yiyelim, ya hu ben acıktım şurda bir şeyler yesek mi derken... Benim kendimde gereksiz gördüğüm harcamalardan biri de mutfak eşyaları. Alıp kullanmadıklarımı bir görseniz, yeniden çeyiz yaptığımı düşünürsünüz. Tüm bunları ve hatta yazmadıklarımı düşündüğümde ve bunlarda kısmam gerektiğini düşündüğümde ciddi bir ekonomik plan çıkıyor ortaya.
Şimdi ben bu Sanki Yedim Kumbarası'nı ne yapacağım ne ile dolduracağım? Çok küçük şeyler. Mesela canım çikolata istedi almayacağım "sanki yedim" diyerek o kumbaraya atacağım. Çok güzel bir kahvaltı seti gördüm almayacağım "sanki aldım" diyerek kumbaraya atacağım. Haftada 4 gün değil 2 gün dışarıya çıkacağım. Buna başladığımda kumbaradan çıkacak para için bir hedef belirleyeceğim. Elbette 20 yıl beklemem, bir camii yaptıramam ama belki de almak isteyip bütçe ayıramadığım bir şeyi alırım. Ne dersiniz?
Tüm bu yazdıklarımı lütfen siz de bir düşünün. Nelere gereksiz harcama yapıyorsunuz? Almak istediğiniz ama ona paranızın yetmediği ne var? Gereksiz harcama yaptığınız o şey her ne ise "sanki yedim" diyerek bir kenara koysanız belki de bütçenizin yetmediği ama çok istediğiniz şeyi alırsınız. Bugün bir genç öğrenci kardeşime bahsettim bu durumdan. 10 saniye kadar düşündü "tablet" dedi. Evet haftada bir gittiği nargileye bile gitmese kısa sürede bir tablet alır öyle değil mi?
Sosyal medyada #sankiyedimkumbarasi etiketi başlatalım. Siz de katılın, ekonomiye bir yerden başlayalım.
Yeni bir yazıda görüşmek üzere.
Sevgiler
Kanser Savaşçıları Saçın Saçım Olsun Projesi
Frankenstein Oyunundan Notlar
Herkese Merhaba
Muhteşem bir oyundan bahsetmek için buradayım bugün. Frankenstein tiyatro oyununu konuşalım isterseniz.
Uzun zamandır sahnelenen bu oyuna Bumerang vasıtası ile gittim, arkadaşım Dilek ile. Oyun ile ilgili kısa notlarım ve göstermek istediğim fotoğraflar olacak. Ama öncesinde Frankenstein'ın konusu hakkına bilgi vermek istiyorum. Aslında bir çoğumuz ya kitaplarını okudu ya filmini izledi ama ben yine de bilmeyenler için başlayayım hemen.
Victor Frankenstein bir bilim adamı. Ve isteği insanları ölümsüz kılmak. Bu uğurda kadavralardan topladığı parçaları birleştirip bir canavar yaratıyor sonra çalışmasını bitirdiğini düşünüp ülkesine geri dönüyor. Çok kötü görünen ve ne olduğu konusunda fikri olmayan bu yaratık insanlar içinde yer edinmeye çalışsa da görüntüsünden dolayı itilip kakılıyor veya herkes ondan korkuyor. Girdiği bir evde tanıştığı ve gözleri görmeyen yaşlı bir adam ona konuşmayı, objeleri ve hissetmeyi öğretiyor. Bu gelişmeler sonrası onu yaratan Victor Frankenstein'ın peşine düşüyor, onu buluyor. Tek derdi ise kendine benzeyen bir dişi yaratması. Düğün hazırlıklarında olan Frankenstein kabul ediyor ve başka bir ülkeye gidip, yine kadavra parçalarından çok güzel bir kadın yaratıyor. Tam teslim edecekken bunun insanlığa büyük zarar vereceğini düşünüp yeni oluşumunu parçalıyor ve ilk yarattığı ve ondan bir eş bekleyen yaratığı fazlaca kızdırıyor. Sonrasında kendi elleri ile yaptığı yaratık onun hayatının işleyişini tamamen eline alıyor.
Oyunda Kerem Alışık yaratığı canlandırıyor, Victor Frankenstein ise Cansel Elçin ile hayat buluyor. Deniz Uğur Frankenstein'in evlilik planı yaptığı Elizabeth rolünde Yılmaz Gruda ve Engin Gürman gibi usta oyuncular da bu tiyatro oyununda yer alıyor.
Tiyatro severler eski oyunları çok iyi bilir, özellikle dekor ve objeler imkanlar dahilinde hazırlanmıştır. Mesela ben uzun yıllar önce gittiğim Kösem Sultan oyununda dekorun devrilmesi ile yaşanan heyecanı hiç unutmam. Hepimizin yüreği ağzına gelmişken oyuncuların profesyonelce durumu kotarması takdire değerdi. O günden sonra gittiğim her oyunda dekorun devrilme, yıkılma kaygısını yaşadım. Bu oyunda da dağ tepe dekorlarında, Kerem Alışık ve Cansel Elçin'in her hoplayıp zıplamasında kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldu ama o kadar iyi hazırlanmıştı ki her şey. Ve oyun sinematografik hazırlanıp izleyici ile buluşturulmuş ki bu her tiyatro oyununda görebildiğimiz bir şey değil. Bu arada sinematografik demek sinema gibi demek en anlaşılır anlamı ile. Bazı sahnelerin seslerin vurgulanması bu sebeple çok daha iyiydi. Tabi şahsi fikrim; bu sistemin fazla abartılarak kullanılması taraftarı değilim. Tiyatro oyununa teknolojinin fazla karıştırılması o samimiyeti gölgeler gibi geliyor bana. Bu oyundaki teknoloji ağırlığı bence karar ve böylece kalmalı. Zaten sinematografi oldukça pahalı ve oyunlara ciddi maliyet yüklüyor. Bu anlamda da her oyunda olacağını düşünmüyorum.
Oyuncuların performanslarına gelince inanılmaz başarılı. Kerem Alışık ve Cansel Elçin'i ben de bir çok izleyici gibi ilk defa tiyatro sahnesinde izledim. İşin açığı ikisinden de bu performansı beklemiyordum ama yaşadığım en güzel yanılgılardan biri oldu. Sadri Alışık Çolpan İlhan Tiyatrosu tarafından sanırım 2016 yılında sahnelenmeye başlandı. Oyunu Şakir Gürzumar yönetiyor. Kerem Alışık'a yapılan makyajı da geçmeyelim, bir bakar mısınız?
Gitsem mi gitmesem mi diye düşünen varsa bence zaman kaybetmesin.
Bu arada tiyatroya gitme alışkanlığı edinmemiş olanların bence bir hamle yapması gerekiyor artık. Çünkü orası başka bir dünya. Eğer özel tiyatrolar pahalı geliyorsa Şehir Tiyatroları mutlaka uygun gelecektir. Tiyatroya giderek, bunu ihtiyaç olarak hissederek büyüyen çocukların toplum içindeki değerlendirme olgusu, topluma entegre olma kabiliyetinin farkı inkar edilemez bir gerçek. Belki siz bugüne kadar bunu çok uygulayamadınız ama lütfen çocuğunuza bu şansı verin.
Mesela İstanbul Şehir Tiyatroları oyun programını tam buradan inceleyebilirsiniz.
Yine oyuna dönelim ve yazıyı tamamlayalım. Sinemadan fazla tiyatroya giden biri olarak bu oyunu teknik anlamda diğerlerinden farklı gördüm ve ummadığım oyuncu performansları ile karşılaştım. Oyun sonunda ayakta alkışlanarak emeklerinin karşılığını alan ekibin son fotoğrafı ile size mutlu günler diliyorum.
Yeni bir yazıda görüşmek üzere.
Sevgiler
Konuşarak Blog Yazılır mı?
Bayram Mesajı Kabusu!
Herkese Merhaba
Efendim, hemen hayırlı bayramlar dileyerek konuya geçeyim. Konumuz hazır bayram mesajları. Şimdi ben bayram diye böyle dedim ama bir de hazır yeni yıl mesajları veya hazır doğum günü mesajları da var, sürekli karşımıza çıkan.
Nedir bu hazır mesaj olayı? Hayatımıza neden girdi? Adamın biri manzara fotoğrafı üzerine şeker fotoğrafı monte etmiş veya koç fotoğrafı monte etmiş, bir de klişe bir metin kondurmuş. Bizim hazırcı milletimiz de çağımızın vebası olan akıllı telefonlardaki uygulamalar sayesinde eş dost arabanın bayramını kutluyor bununla.
Şimdi online kutlamanın ne kadar doğru olup olmadığını mı düşünsek yoksa daha önce o hazır mesajda yazılı metnin hatalarla dolu oluşunu mu konuşsak karar veremedim. Çok eski yıllarda şirketlerin bayram ve yeni yıl tebrik kartları olurdu kendi logoları ile. Ticari ilişkileri olan insanlara gönderirlerdi. Tıpkı onlar gibi samimiyetsiz görev tamamlama gibi yani.
Arefe gününden beri bu şekilde kaç mesaj aldım, saymadım. Ve çoğuna emoji ile yanıt verdim. Yanıtsız bırakmak benim işim değil ama karşı kutlama yapmak da içimden gelmedi. Çünkü bana göre benim bayramım geçiştirilerek kutlanmıştı. Satırlar dolusu hazır bayram mesajı yerine "hayırlı bayramlar" yazan bir mesajı tercih ederdim mesela. Ziyaret konusuna hiç girmiyorum. Onları geçeli çok oldu sanırım.
Eskiden şöyle olurdu böyle olurdu konularına da girmeyeceğim. Alışıyoruz alıştırılıyoruz. Ancak şu hazır mesaj meselesine ben alışamadım. Aslında bakarsanız hayatımızda dolgu taşı olarak var olan insanlardan böyle mesajlar geldiğinde değil de hayatımızın yapı taşlarından gelenler beni fazla üzüyor. Almışsınız o kişiyi önemli bir yere oturtmuşsunuz, sabah gözünüzü açıyorsunuz telefonda kimin yazdığı belli olmayan kimbilir kaç defa gördüğünüz bir fotoğraflı mesaj! Yine mi diyorsunuz yine mi?
Bu yazımı okuyanlardan kaö kişi bana katılır bilmiyorum ama ben konu ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istedim. Yine bu yazımı okuyanlardan bir kısmı bana o mesajı gönderenler olacak mutlaka, kırılmasınlar lütfen. Ben hala alışamadım alışmaya da niyetim yok.
Sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sizce de Bana Göre Değil mi?
Çorbada Tuzumuz Olsun!
Facebook Hüzün Sarısı Blog
Snapchat huzunsarisi
Twitter huzunsarisi
Mail huzun.sarisi@gmail.com
İnstagram Sahte Takipçi Sorunsalı
Daha önce yazdığım Blogger ve İnstablogger Arasındaki Fark başlıklı yazımı pembe yazı üzerine tıklayarak okuyabilirsiniz.